Normalciyique

Sakat Muhabbet
-
Aa
+
a
a
a

Sakat Muhabbet'te Alper Tolga Akkuş; klinik psikolog, psikoterapist ve sakat hakları aktivisti Beyza Ünal ile 'Normalciyique' adlı kavram üzerinden sakatlık ve sağlamlık arasındaki ilişkiye göz atıyor.

""
Normalciyique
 

Normalciyique

podcast servisi: iTunes / RSS

Alper Tolga Akkuş: Merhaba. Apaçık Radyo’ya, Sakat Muhabbet’e; sağlamcı zihniyetin kör topal muhalifine hoş geldiniz, ben Alper Tolga Akkuş. Bugün 27 Kasım 2024 Çarşamba. Bu hafta bir klinik psikoloğu, bir psikoterapisti, bir sakat hakları aktivistini, Beyza Ünal'ı konuk ediyoruz. Beyza ile ben, Sakat Muhabbet’in önceki bölümlerinde pek çok defa adını andığım ve oradan tanıştığım, Sakat Muhabbet’te ağırladığım, konuklarım olduğunu belirttiğim Erişiyorsam Varım Topluluğu vesilesiyle tanıdım. Erişiyorsam Varım’da her ayın son haftasında bir gün sanal olarak toplantılar yapıyoruz ve oradaki en son toplantıda bir konu üzerinde konuşmuştuk. Beyin fırtınası yaparken Beyza’ya dedim ki - o zaman kapalı idi Açık Radyo - ‘Kapalıyken radyoya destek için bir şeyler yapalım’. Sonrasında Apaçık Radyo olarak açıldık yeniden ve bugüne geldik. Bu arada Beyza altı bölümde benimle ortak yayın da yapan Elif Gamze Bozo’nun da yakın arkadaşı diye biliyorum. Beyza, Açık Radyo’ya, Sakat Muhabbet’e hoş geldin. Nasılsın, iyi misin?

Beyza Ünal: Hoş buldum, çok teşekkür ediyorum. Burada olmak çok güzel ve tam da dediğin gibi, daha farklı bir formatta düşünürken açılmış haliyle konuk olmak ayrıca mutluluk verici benim için çünkü tabii ki de çok üzücüydü hepimiz için kapanması ama şu an geri döndüğünüz için çok mutluyuz.

A.T.A.: İnternete döndük. Ben Mersin'deyim, sen Ankara'dasın, bizim için fark etmiyor ama İstanbul'dakiler için karasal yayın çok daha önemli. Tabii karasala da dönecek inşallah Apaçık Radyo olarak, dileğimizi de iletelim. 

Beyza, benim ilk sorum sabit Sakat Muhabbet’te; Beyza Ünal kimdir, bugüne kadar neler yapmıştır? Ve bir sakatlığın bulunuyor ise bunu da bizimle paylaşır mısın lütfen?

B.Ü.: Tamamdır, tabii ki. Ben Beyza. Aslında sen benim şu an yaptığım pek çok şeyi çok kısaca özetlemiş oldun biraz önceki tanıtımda. Ben klinik psikoloğum ve Ankara'da psikoterapist olarak çalışıyorum. Bir arkadaşımla beraber açtığımız kendi ofisimiz var yani özel sektörde çalışıyorum. Bunun dışında klinik psikoloji doktora sürecinde akademik olarak hem doktora yaparken, hem de onun dışında çeşitli örgütlerde aktif olarak sakatlık alanında çalışmalar yürüttüm ve benim kişisel olarak çok sevdiğim bir alan. Kendi deneyimim de tabii ki de bunda çok etkili oldu. Kendim de sakat biriyim, tekerlekli sandalye kullanıcısıyım ve bir kas hastalığım var.

A.T.A.: Özel değil ise nedir o hastalığın ismi?

B.Ü.: Hiç değil yani ben çok teknik bir şeye girmeyeyim diye söylemedim: Muscular Distrofi. Genetik bir hastalık ve bununla yaşıyorum diyebilirim.

A.T.A.: Peki, akademi dedin, sakatlık hakkında çalışmalar dedin - onlara girelim istersen; nerede okudun, nerede çalıştın? 

Engelsiz ODTÜ

B.Ü.: Tamamdır, tabii ki. Ben lisansımı, yüksek lisansımı ve doktoramı Orta Doğu Teknik Üniversitesi’nde (ODTÜ) tamamladım. ODTÜ'de lisansta okurken orada zaten engelli öğrencilerin kurduğu bir topluluk var: Engelsiz ODTÜ Topluluğu. Bu topluluk, erişilebilir hale getirmek, engelli öğrencilerin deneyimlerini biraz daha yönetimle de paylaşarak sorunlara çözüm bulabilmek gibi bir amaçla kurulmuş bir topluluktu. ODTÜ’ye girdiğim günden beri o topluluğun içerisindeydim diyebilirim. Zaten iki sene kadar da topluluğun başkanlığını yaptım yani biraz daha aktivistlik yönüm o döneme dayanıyor diyebilirim.

A.T.A.: Sen ODTÜ’ye girdiğinde var mıydı yoksa sen içindeyken mi kuruldu?

B.Ü.: Daha önce de vardı. Hatta öncesinde daha çok bir dayanışma topluluğu gibi, engelli öğrencilerle dayanışma gibi bir şekilde kurulmuş bir topluluktu. Sonrasında biraz daha hak temelli bir yere dönüşen ve biraz daha bu anlamda güçlenen bir topluluk haline geldik.

A.T.A.: Bunda senin de payın oldu galiba başkan olduğun için, öyle tahmin ediyorum, ama bilmiyorum detayını.

Boğaziçi ve Raoul Wallenberg Enstitüsü Ödüllü Doktora Tezi, Engelli Kadın Derneği ve European Network on Independent Living ( ENIL)

B.Ü.: Evet, gerçekten de öyle yani güzel şeyler yaptık diye düşünüyorum o süreç boyunca ve sonrasında da ben yüksek lisansta biraz uzaklaşmıştım aslında ama doktorada, doktora tezimde engellilik alanında da biraz çalışma yapmak istediğimi fark ettim. Biraz daha kimlik gelişimi üzerine, sakat kimliği gelişimi üzerine bir tez yürüttüm ve hatta ondan sonra o tezim ile Boğazici Üniversitesi Sosyal Politika Forumu ve Raoul Wallenberg Enstitüsü Engellilik Çalışmaları Lisansüstü Tez Ödülü’nü kazanmıştım yani böyle güzel şeyler de oldu. Tez sonrasında akademik kısım biraz daha buralarla ilgili. Çeşitli kongrelerde sunumlar yaptığım ya da bu program gibi programlara katıldığım bir zamanım da oldu ve şu anda da daha çok 2016’dan beri Engelli Kadın Derneği'nin üyesiyim. Aynı zamanda da yurt dışında European Network on Independent Living (ENIL) adlı bağımsız yaşam hakkı ile ilgili çalışmalar yürüten örgütün ve Gençlik Ağı'nın yönetim kurulundaydım ama hala da bir parçasıyım diyebilirim. 

Aktifim ama daha önceden daha aktiftim, şu an biraz daha kendi psikoterapistliğimi yapmış durumdayım ama hakikaten sakat kişilerle paylaşımlarda bulunmayı çok sevdiğim için de Erişiyorsam Varım Topluluğu gibi topluluklarda olmak çok hoşuma gidiyor çünkü bir araya geldiğimizde çok yaratıcı şeyler konuşuyoruz ve paylaşıyoruz diye düşünüyorum. Özetle böyle ama biraz uzun oldu sanırım.

Sakat Hakları: Dayanışmacı modelden hak odaklı modele

A.T.A.: Elif Gamze de daha çok yeni ENIL için bir yere gitti, bir etkinliğe de katıldı Brüksel'de diye biliyorum ki onu da konuk alacağım, o da benim program takvimimde var ama sen Engelsiz ODTÜ için ‘daha önce dayanışmaydı, sonra hak odaklı oldu’ dedin, sakatlık dünyasını bilmeyenlere yapıyoruz programı genelde Apaçık Radyo’da, bu ne demek yani dayanışma ile hak odaklı olmanın farkını kısaca özetler misin? Bilmeyenlere bir açalım istersen. 

B.Ü.: Tamam, tabii ki. Aslında toplumsal tarihe de baktığımız zaman, engellilik daha başlarda kişinin kendi bireysel sorumluluğu gibi görülüyor toplum tarafından yani kişinin görme engeli, işitme engeli, sakatlığı onun problemi. Dolayısıyla bizim ona destek olmamız, yardımcı olmamız, bir şeyi eksikse onu sağlamamız gerekiyor gibi görülüyor ve sakat olmayan kişiler ve sakat olan kişiler arasında aslında böyle eşit bir yerden konumlanan bir ilişkilenmenin olmadığını söyleyebiliriz ama zaman içerisinde toplumsal hareketler güç kazandıkça, sakat hakları hareketi de onlarla beraber büyümeye ve güçlenmeye başlıyor ve o noktada sakat kişiler kendi seslerini biraz daha çıkarıp aslında bir yardıma değil, haklardan eşit bir şekilde faydalanmaya dair bir talep getiriyorlar. Bunu aslında topluma gösteriyorlar, toplumdan da bunu istiyorlar yani bunu bu şekilde görmemiz ve dolayısıyla bir kişinin bir yere erişememesi ama onu oradan taşıyalım, şuradan kaldıralım, tekerlekli sandalyeyi taşıyalım gibi bir şey de değil; oraya rampa yapılmasıyla çözülebilecek bir sorun olduğunu biraz daha vurgulamaya dair bir anlayış gelişiyor. Burası, ‘her zaman yardımcı oluruz, ne olacak ki’ tarzı bakış açısına kıyasla çok daha hak temelli olan bir anlayış. 

A.T.A.: Peki, sen ilk Engelsiz ODTÜ’ye dahil olduğunda bu hak odaklı sürece nasıl geçiş yapıldı, sen mi söyledin yoksa birkaç kişi daha var mıydı orada hak odaklı sisteme geçelim diyen? Sakat arkadaşlar, öğrenciler, bunu bilmeyenler bir direniş gösterdi mi? Çünkü insanların hak odaklı duruma geçmesi süreci onların alışık olmadığı bir durum,  öyle bir durum oldu mu?

B.Ü.: Evet, tabii ki yani aslında daha çok şuralarda karşımıza çıkıyor; derslerde örneğin bir öğrenci bir ders materyaline erişemiyorsa bu durum ortaya çıkıyor yani kör bir öğrenci materyale erişmekte güçlük çekiyor çünkü onun dijital bir baskısı yok vs. Bunun gibi sorunlar olabiliyor bazen yani daha öncesinde ‘Haydi, kör öğrencilere kitap okuyoruz!’ gibi bir yerden yapılan bir anlayış ama bu, arka planda işleyen bir ajandayla diyeyim iyilik amaçlı yapılan bir şeyken, sonrasında bütün kör öğrencilerin sistematik bir şekilde kimseden rica etmek zorunda kalmadan zaten erişebilmesi gereken bir materyal diye düşünülmeye başlandığı noktada bunun yanında ne geliştirebiliriz gibi şeyler düşündüğümüzde üniversitenin fonladığı ‘Ders Asistanlığı’ gibi sistemler olabilir. Dolayısıyla asistan olarak gelen kişilerin de bunun karşılığında belirli ücretler de alabildiği, sırf iyilik olsun diye değil de hakikaten bunun bir sorumluluk olarak ve daha eşit bir ilişki içerisinde, kör olan kişinin biri ona vakit ayırıyor diye rica etmek zorunda kalmadığı, minnet duymak zorunda kalmadığı, daha eşit bir yerden bunu kurabildiği bir sistemi geliştirmiştik. Bundan faydalanan pek çok görme engelli ve kör arkadaşımız da olmuştu o süreçte. 

A.T.A.: Ortopedik görme ya da işitme ya da diğer engel türlerinin ne olduğu önemli değil; bu kişi öğrenci ve öğrencinin neye ihtiyacı var sorusu sorulmalı. Buna ihtiyacı var ve bunun üzerinden bakmak lazım çünkü sakatlığı bilmeyenler bu şekilde düşünmedikleri için birdenbire anlamıyorlar, şaşırıyorlar. Bunu açmaya çalışıyorum aslında ben bir yandan da her programda, bunu açmak gerekiyor. 
       
Beyza, ortalara bir yere geldik sayılır. Müzik çalıyoruz tam orta yerde ve ben konuktan istiyorum istek parçasını. Sen bir şey hazırladın mı, ne dinleyelim bu hafta?

B.Ü.: Evet, ben çok sevdiğim bir şarkıyı hazırladım. Jefferson Airplane'den “White Rabbit”i dinlemek istiyorum. Alice Harikalar Diyarında benim en sevdiğim kitaplardan bir tanesi.

A.T.A.: Yani aynanın içine, kuyunun dibine gidelim diyorsun aslında.

B.Ü.: Evet, aynen öyle.

A.T.A.:Sakat Muhabbet devam ediyor. Bu hafta konuğumuz klinik psikolog, psikoterapist, sakat hakları aktivisti Beyza Ünal. Kendisi ile ilk bölümde Engelsiz ODTÜ'den, ENIL’den, Engelli Kadın Derneği'nden ve çalışmalarından bahsettik, hak odaklı yaklaşım ve dayanışma yaklaşımı arasındaki farkı biraz konuştuk ama bu hafta bizim temel konumuz, biraz esprili ve bizim kendi uydurduğumuz, yarattığımız bir şey; Erişiyorsam Varım Topluluğu. Bu topluluğa ben kendimce bir kısaltma yaptım; EVAT. Böyle bir şeye aslında grup olarak da karar vermedik ama EVAT deyince onu anlayın siz. 

Son toplantıda herkes konuşuyordu, anlatıyordu. Bir de bana çok iyi geliyor bu toplantılar Beyza, bilmiyorum sana nasıl oluyor ama hep yenilendiğimi hissediyorum, çalıştığım alanda tek başıma olmadığımı farkediyorum çünkü oradaki her arkadaş çok kıymetli ve acayip hoşuma gidiyor. Şunu konuk alayım, bunu konuk alayım, böyle bir konu olabilir diye bir sürü not alıyorum. En son toplantımızda da sen bir konu açmıştın ve senin anlatımından da ben bir şey ürettim, ona da aslında yavaşça girelim, sonundan değil de baştan başlayalım. O sohbet nasıl başlamıştı, sen nasıl düşünmüştün, nasıl ilerlemişti? Sen başlat, ben devam edeyim istersen.

Normalciyique

B.Ü.: Tamam, süper olur çünkü ben de kendi aktardığım kısmını hatırlıyorum ama senin oraya nasıl bağladığın konusu bende de biraz kopuk ama şu kısmı anlatacağım; ben de bir yerden çağrıştı, nereden onu da hatırlamıyorum ama sakat olmayan kişilerin biraz önce bahsettiğim haliyle de, örneğin, daha eşit olmayan bir yerden ilişkilenebiliyor insanlar ya da daha ayrımcı olabiliyorlar, daha dışlayıcı olabiliyorlar ve buna dair bir şey konuşuyorduk sanırım. Ben aslında orada, onun arka planında kişilerin çok da bilincinde olmadığı bir şeyi, kendim de klinik psikolog olarak çalıştığım için ve psikanalitik yönelimli, bilinçdışı ile ilgilenen biri olduğum için sakat olmayan kişilerin bilinç dışında çok da farkında olmadan yaşıyor olabileceklerini tahmin ettiğim bazı şeylerden bahsediyordum diye hatırlıyorum. Bunu da insanlar aslında sakatlık deneyiminin kendilerinden çok ayrı bir deneyim olarak görebiliyor yani sakatları ve sakat olmayanları ayırabiliyorlar ama aslında sakatlık deneyimi insanların hiç yabancısı olduğu bir deneyim olmayabilir. Bundan bahsediyorum aslında çünkü hepimiz hayatımızda çeşitli noktalarda, çeşitli şekillerde engelleniyoruz.

A.T.A.: Sakat olmasak bile engelleniyoruz.

B.Ü.: Dolayısıyla böyle bir şeyi söyledim aslında yani sakatlık da bu deneyimin kendisi. Aslında içten içe çok iyi bildikleri sakatlanma deneyiminin kendisini aslında kendilerinden uzaklaştırmaya çalışıyorlar. Bu anlamda ne kadar yaralayıcı olabileceğini, bir şekilde toplum tarafından, biri tarafından dışlanmanın yani çok iyi bildikleri bir şeyi kendilerinden uzaklaştırmaya çalıştıkları için de bir taraftan şunu yaşıyorlar gibi bir şeyden bahsediyorduk diye hatırlıyorum yani bu kısmı anlatıyordum ben. Kendilerinden uzaklaştırmaya çalıştıkları esnada aslında vardığım nokta da şu olmuştu ve ben şunu söylemeyi çok sevdiğimi söylemiştim, belki onu hatırlıyorsunuzdur yani şöyle bir slogan var ya, ’Hepimiz engelli adayıyız’ diye. Yani bu çok sıklıkla duyduğumuz ve aslında bir taraftan da hak temelli bir bakış açısıyla baktığımız zaman çok gereksiz bir slogan çünkü gerçekten de herhangi bir kişinin hakkını savunmamız için illaki onun bir üyesi olmak durumundaymışsınız gibi hissetmek zorunda değilsiniz. Bir erkek de, kadın da haklarını savunabilir. Biz hayvan haklarını da savunuyoruz ya da çevre hakkını da savunuyoruz ama engelli haklarına, sakat haklarına geldiği zaman konu ‘hepimiz engelli adayıyız’, ‘bir gün bu haklara bizim de ihtiyacımız olabilir’ diye hak savunmak tabii ki de bir yandan çok anlamsız ve saçma aslında. Ama hayır aslında, engelli adayı değiller- aksine engelliler ve bunu biliyorlar, bir yerden biliyorlar içten içe ve tam da bu yüzden de o ayrıma ihtiyaç duyuyorlar çünkü bu konumda, bu yerde olmayı istemiyorlar gibi bir şey söylemiştim diye hatırlıyorum. Bilmiyorum, sen de buradan bir yere bağlayabilirsin belki.

A.T.A.: Şöyle anladım ben o konuyu; biz hep itiraz ediyoruz, öyle yapmayın, böyle yapın, öyle yapmayın, böyle yapın diye. Orada da onlarda bir direnme oluyor kendi bakışlarına karşı. Başka bir yerden bunu ele alalım ki onları da kazanalım gibi anlamıştım ben senin dediğini, doğru mu anladım?

B.Ü.: Ben bunu böyle yapmayın dediğim zaman bir yere dokunacağını düşünmüyorum.

Nazar Büyüm, James Baldwin, Ömer Madra: Siyah / Beyaz - Sakat / Sağlam

A.T.A.: Biz ve siz oluyor, bir ayrım oluyor yani aslında hepimiz biriz, bunu aslında ortaya çıkarmak lazım. Öyle yapanlara sağlamcı diyoruz ya, ben de sakatlar olarak onlara normalci diyelim diye bir şey uydurdum o anda ve sonra Adanalı olduğum için de ‘normalcilik değil de normalciyik’ diyelim dedim. Sonra da Zeynep, sen, Seben ve Elif de vardı hatta ve dediniz ki ‘o normalciyikin sondaki k’sini q, u, e yap Alper, evrensel olsun bu’. Yani Normalciyique diye bir şey oldu ve çok da denk geldi Beyza. 

Ben, daha bugün sabah Açık Gazete dinliyordum ve yazar, reklamcı Nazar Büyüm ile görüşmüş yıllar önce Ömer Madra. O yayınlanmış Perşembe akşamı ve ben de bu sabah onu dinliyordum. Nazar Büyüm, James Baldwin ile bir görüşme yapmış. Amerikalı, siyahi, eşcinsel, solcu bir akademisyen yazar James Baldwin ve onunla konuşurken oradaki bir şeyi not aldım. James Baldwin ve Nazar Büyüm’e demiş ki – siyahlık - beyazlık hakkında konuşuyorlar ama bunu biz sakatlık sağlamlık olarak çevirebiliriz - ‘Siyahlık ve beyazlık bir ten meselesi değildir, bir zihin meselesidir’ ‘Aslında beyaz olmanın ne demek olduğunun endişesidir’ demiş bir de. Bunu aynen alıp sağlamlık için James Baldwim’i buraya uyarlıyorum; ‘Sakatlık ya da sağlamlık bir ability, bir yetenek, kabiliyet meselesi değildir, bir zihin meselesidir’. Bu tam denk düşmüş oluyor mu acaba? Senden alayım bunun yanıtını.

B.Ü.: Bence gerçekten de çok düşüyor yani tam demek istediğim de buydu benim biraz önce yani gerçekten insanların bizim o korkuyu anlamamız ve anlamlandırmamız gerekiyor diye düşünüyorum ve insanları belki biraz o korkuya düşünmeye teşvik etmeye ihtiyacımız var diye düşünüyorum çünkü hakikaten insanlar en temelde bu korkuyu deneyimliyorlar bence de en başta bahsettiğim gibi ve bizim tüm bu ayrımları ve ayrıştırmaları çözebilmemiz için tam da bu korkuyu anlamamız ve anlamlandırmamız önemli diye düşünüyorum. Aslında benzer deneyimlere sahip, benzer yaşantıları olan kişiler olduğumuzu, sakatlık deneyiminin de tabii ki zorlayıcı taraflarının olduğu gibi hayattaki herhangi bir engellenme her zaman zorlayıcıdır. 

Sakatlık deneyiminin bundan böyle çok daha farklı ve çok daha bambaşka bir şeymiş gibi olmak zorunda olmadığını ve sakat insanların da, sakatların da benzer bir şekilde hayattaki diğer engellenmelerle nasıl baş ediyorlarsa o şekilde de yaşamaya devam ettiklerini hep anlatıyoruz ama diğer taraftan, bunun ne kadar öyle görünmediğini, çünkü insanların hakikaten de engellenmek istemediklerini, engellendikleri zaman kendilerini ne kadar yetersiz, ne kadar güçsüz vs. hissedebildiklerini de biliyoruz. Tam da bu yüzden diyorum zaten; insanlar aslında bunun nasıl bir deneyim olabileceğine dair bir fikir sahibiler ve o yüzden kendilerini sakat olmayan ve sakat olan bizler olarak ayırmak yolunu seçiyorlar ki daha güvende hissedebilsinler. Bunlar çok ortak deneyimler, çok insani deneyimler diye düşünüyorum yani biraz bunu vurgulayabilirim sanırım. Dolayısıyla öyle bir ayrım olmadığını, aslında hepimizin bir olduğunu vurgulamak mümkün.

Dostoyevski: ‘Bana taze, yeni bir şey söyleyin; isterse yalan olsun’

A.T.A.: Dünyanın sonu ve felaket gibi algılıyorlar ama sakatlık deneyiminin içindeki bizler, bunu aşamıyorsak onunla yaşamayı öğreniyoruz yani biz o sakatlığımızı - sen sandalyeyle, ben koltuk değneğiyle, ötekisi görmeyerek, ötekisi duymayarak yaşıyor ve o yaşamanın o hali ile mutlu ya da mutsuz o kişi. O mutluluğu veya mutsuzluğu sakatlığı ile bağlantılı değil. 

Şimdi normalciyique diye bir terim uydurduk ya - uydurdum daha doğrusu ben - Nazar Büyüm ile Ömer abinin söyleşisinde başka bir şey daha vardı ve o da tam normalciyique kelimesine denk gelmiş, onu da paylaşayım ben izin verirsen; Nazar Büyüm, Ömer abiye söylüyor ki Dostoyevski'nin bir lafı imiş bu, ‘Bana taze, yeni bir şey söyleyin; isterse yalan olsun’. Normalciyique, çok taze, yeni bir şey ama yalan mıdır, değil midir bilmiyorum, bunu zaman gösterecek. Ben de onu şöyle kurguladım; bize takıyorlar, ‘Herkes engelli adayıdır’ diyorlar. Ters çevirelim ve biz onlara isim takalım. Mesela benim bir oyunum var: Sit Down (Bazı Bazı) Remedy Show. Orada da demiştim bir yerde; ‘Ya bize ‘sakat’ diyorsunuz, ‘özürlü’ diyorsunuz, ‘engelli, engelsiz’ diyorsunuz, değiştirip duruyorsunuz, bir yere koyamıyorsunuz. Kardeşim artık yeter, ben isim koyacağım size, ben değiştireceğim. Nasıl oluyormuş?’ Sakatın zıttı ‘sağlam’ değil bence, ben kendimi sağlam olmayan gibi tanımlamıyorum.

B.Ü.: Katılıyorum, o da bence böyle bir konumlanamama haliyle, çok dışarıda bırakılma haliyle çok paralel. Ben de farkındaysan zaten, sakatları, sağlam olmayan diye tanımlamak yerine ‘sakat ve sakat olmayan’ diye tanımlayabiliyorum. 

Bir Zihin Meselesi: ’Tekerlekli sandalyeye mahkumuz da arabaya, minibüse mahkum değil miyiz?’

A.T.A: Mesela şimdi sandalye kullanıyorsun sen, sana diyorlar ki ‘ona mahkumsun’ . Herkes araba, minibüs kullanıyor ulaşım sırasında, o zaman ona da mahkumuz. Gözlük kullandığında bir sıkıntı yok ama kör isen bir sıkıntı var. Bu bir zihin meselesi diyor ya James Baldwin. gerçekten de zihin meselesi. Ben Sakat Muhabbet’i de onun üzerinden aslında kurguladım. Bilmiyorum, dinleyenlerde nasıl tınladı bu konuşmalarımız. Çok sağol bugün konuk olduğun için Beyza. Beyza Ünal idi bu haftaki konuğumuz. Onunla kendi ürettiğimiz, türettiğimiz bir kavramı konuşma imkanı bulduk çünkü ben bir yandan da felsefesini yapmak istiyorum.. Demin mesela sakatlık dedik, aklıma geldi, son sözünü soracaktım ama onu da açayım; İngilizce'de ‘sakat’ demiyorlar, ‘person with disabilities’ diyorlar yani sakatlığı olan kişi çünkü sakat deyince ‘başka bir şey değilsin, sakatsın sadece’ oluyor. Bunu açalım istersen şimdi.

Sağlamlık, Sağlam Olma Hali Miti: ‘Sağlamlık diye bir şey yoktur’

B.Ü.: Evet, burada da kişiyi mi önceleyeceğiz yoksa sakatlığı mı önceleyeceğiz gibi bir tartışma var ama mesela ‘disabled people’ diye de kullanılabiliyor yani bazı insanlarda o kimliğin altını çizmek amacıyla tercih edebiliyorlar - bu da İngilizce'de bir sonucu olmayan, kimisinin onu istediği, kimisinin bunu istediği bir yerden devam eden bir tartışma. Benim de aklımda şöyle bir şey var, böyle bir vurgulamadan geçmek istemedim ki sen zaten söyledin ‘hepimiz aslında sakatız’ diye; aslında sağlamlığın da tüm bu kullanımlar içerisinde bir mit olduğunu yani böyle bir şeyin var olmadığını, sağlamlık diye bir şey yoktur aslında gibi bir mesajım da olabilir yani onu her an kaybetme endişesiyle yaşıyor oluyorsun. Ben şunu da öneririm tırnak içinde; bu ‘sağlamlığın’ çok geçici olduğunu da hatırlamak gerekir.

A.T.A.: Asıl cehennem sakatlık değil, sağlamlık aslında.

B.Ü.: Evet yani sağlamlık perspektifinden baktığımız zaman sürekli korumak zorunda kaldığınız, sürekli bir şeyi kaybetmekten endişe duymak zorunda kaldığınız ‘aman sağlamlığımıza da zeval gelmesin, bir şey olmasın’ der gibi bir şey haline dönüşüyor. 

A.T.A.: ’Erkekliğimize de zeval gelmesin’ der gibi...

B.Ü.: Evet yani öyle bir yerden sürekli korumak zorunda kalmanın kendisinin de bir yük olduğunu yani dolayısıyla evet, aslında hepimiz sakatız ve o yüzden de bu kadar ayrıştıracağımız bir şey de yok gibi bir yerde. 

A.T.A.: Beyza, çok sağol, çok da sıkışık bir takvimin vardı, araya dereye ben ısrar ederek seni aldım. Son sözlerini alarak bitirelim istersen.

B.Ü.: Ben çok teşekkür ederim yani çok keyifli bir program oldu kendi açımdan. Onun dışında da senin de böyle bir alan açıyor olmanı çok değerli buluyorum ve bu zamana kadar gerçekten takip edebildiğim kadarıyla böyle yıldızlar geçidi gibi gördüğüm bir program akışın oluyor, uzaktan çok severek dinliyordum zaten ve bir parçası olmak da ayrıca mutlu etti, çok teşekkür ediyorum gerçekten.

A.T.A.: Ben teşekkür ederim. Beyza Ünal idi bu hafta konuğum. Sakat Muhabbet’i bitirirken de şöyle bir şey buldum ben slogan anlamında; ‘Dünyanın bütün sakatları eğleşin’ diyorum. Haftaya görüşmek üzere, hoşça kalın.

B.Ü.: Hoşça kalın.